‘Kendini kendinden özgürleştirmek’
Bu yazı dizisinde iddialı ve havalı bir başlık seçtim. Birkaç bölüm olacak ve bunun peşinden başka bir yazı dizisi gelecek. 4 bölümün hepsi ayrı ama aslında bir bütün. Yeter ki sabırla okumaya devam et.
Bazen sen de nedeni belirsiz gereksiz bir öfke dalgası hissediyor musun? Heyheylerin sağdan soldan yavaş yavaş geldiğini? Ya da en olmadık bir anda hüzünlü hissediyor musun?
Düşüncelerle özdeşleşmeye devam ettikçe bu gereksiz öfke ve hüzün dalgaları devam ediyor. Düşünceyi kendimizden ayrı görmek çok zor. Düşünceyi sahipleniyoruz ve sahiplendiğimiz için takılıp kalıyoruz.
Tek yapabileceğimiz şey tetikleyenleri fark etmek. Geçmişte yaşadığımız bir olay ve buna bağlı gelişen koşullanmalar tepki ve davranışlarımızı belirliyor. Verdiğimiz tepkiye takılı kaldığımız için tetiklenmelerin farkına varamıyoruz bile.
Yıllar öncesinde başıma dokunulunca bütün sinirlerim tepeme çıkıyordu. Hemen kendimi savunmaya geçtiğim için bunun sevgi ve şefkat ifadesi olduğunu algılayamıyordum. Anı veya koşullanmaların nelere neden olacağını kestiremiyorsun. Artık nasıl bir koşullanmaysa uzun süre devam etti. Ta ki birkaç kişi arka arkaya kafama dokunup ne yapacağımı bilemez hale gelip kaçamayınca yavaş yavaş bunun sevgi gösterme şekli olduğunu algılamaya başladım. Başıma dokunan kişilerin sevgiyle gülümsemesi beni yumuşattı herhalde. O bağlantıyı kurmam epey bir zaman aldı.
Tetikleyenlerin farkına varmak bizi özgürleştiriyor. Kendimizi verdiğimiz tepki ve düşüncelerden ayrı görmek bizi özgürleştiriyor. Sevgili hocam Gary Kraftsow bunu ‘emptying yourself from yourself’ yani ‘kendini kendinden özgürleştirmek’ olarak tanımlıyor.
Mircea Eliade düşüncelerle özdeşlemeyi hapiste kalmak olarak tanımlıyor. ‘Hapisten kaçabilmek için önce hapiste olduğumuzu fark etmemiz gerekiyor.’
Bilinç altındaki rafları boşaltmak bizi özgürleştiriyor. Peki bilinçaltındaki rafları nasıl boşaltacağız? Biraz sabır. Bir sonraki yazıyı bekleyeceksin.
Bu arada başıma dokunulunca artık ısırmıyorum.